YKS 2024'e Evden Hazırlanın! 7/24 Online Eğitim

Hemen İncele
Türk Dili ve Edebiyatı

Masal Tekerlemeleri | Uzun ve Kısa Masal Tekerlemeleri

Masal Tekerlemesi Nedir?

Bu tekerlemeler, masalların başında, gelişme bölümlerinde veya sonlarında kullanılır. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde … ” gibi kalıplarla verilir.

Masallar ve Tekerlemeler olağanüstü olayları anlatırlar. Bu yüzden konu açısından kardeş sayılırlar. Ayrıca masalların “döşeme” adı verilen tekerlemelerle başlamaları ve bitmeleri kural olduğu için tekerlemesiz bir masal düşünülemez. Bazen de uzun süren olayları anlatmak istemeyen masalcı, uzun yolculukları “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik” diyerek aşar; “Günler yel gibi, aylar sel gibi geçmiş, çocuk yirmi yaşına gelmiş” diyerek çocukları bir anda adam eder. Tekerlemeler bizim masalın büyülü atmosferine girmemize
yardımcı olur ve masalın bir sonucunun bağlanmasına yardımcı olurlar.

Mesela, söz konusu bir masalın açılış tekerlemesiyse, masalı açıp harekete geçirmesi söz konusudur. Masalların başında ortasında ve sonunda yer alan ve kalıplaşmış ifadeler olarak “Bir varmış bir yokmuş”, “az gitmişler uz gitmişler altı ay gece altı ay gündüz gitmişler bir bakmışlar arpa boyu yol gitmişler” gibi dinleyiciye artık gerçekten çıkıldığını ve masal moduna girildiğini bundan böyle bitiş tekerlemesine kadar her şeyi masal olarak anlayıp yorumlaması gerektiği işaret edip belirleyen tekerlemelerle, masalın sonunda yer alan masalın bittiğini gerçeğe dönüldüğünü adeta bir dua tavrı içinde “Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” şeklinde ifade eden ya da “Gökten üç elma düştü” diye başlayan ve masalın bitişiyle dinleyiciyi ve anlatıcıyı gerçek ya da gündelik zamanın eşiğinde buluşturup “gökten düşen birer elma”yla ağırladıktan sonra aradan çekilen masal ve masalcının ihtiramı ve ikazından başka bir şey değildir tekerleme.

Masal Tekerlemeleri Örnekleri

Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Develer top oynarken
Eski hamam içinde
Horozlar tellal iken
Pireler hamal iken
Ben anamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
Anam düştü beşikten
Babam düştü eşikten
Biri kaptı maşayı
Dolandım dört köşeyi.


Orda ne var dediler
Bir köy kurmuş keçiler
Kurt köye muhtar olmuş
Elini veren kolunu almış
Diken verenin gülünü almış
Damla verenin selini almış
Kovan kovan balını almış
Bir kurtmuş ki sormayın
Talkını vermiş ele
Salkımı almış ele
İlk lokmayı aşırmış
İkincisinde çomar
Karşısına dikilmiş
Kapanmış mı kapılar
Kapıyı bırakıp
Sapı yutmuş
Balı bırakmış
Hapı yutmuş.


Evvel zaman içinde
Kalbur zaman içinde
Deve tellal iken
Sinek berber iken
Ben annemin babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
O yalan bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Bu da mı yalan…


Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Develer tellâl iken
Kurbağa berber iken
Eski hamam içinde
Hamamcının tası yok
Külhancının baltası yok
Peştemalın ortası yok iken
Zaman o zaman idi ki
Bir bineğim var idi,
Pire yedeğim idi,
Çavdar kalkanım idi;
Çamlıbel’de, çamur dizde,
Yetmiş karga ayağa kalkar idi ki:
Ağa geliyor, diye…


Zaman zaman içinde,
Kalbur saman içinde…
Deve tellâl iken
Eski hamam içinde.
Hamamcının tası yok,
Hamamın kubbesi yok
Çarşıda bir tazı gördüm
Boynunda baltası yok.
Var varadan, sor soradan…
Destursuz bağa girenin hâli budur, Padişahım…
Gittim bir şehre dedim: “Nine, soruş moruş”
“oğlum, dedi, beş on kuruş…
Sen handa yatmışsın,
Maraz tutmuşsun;
İliğin üzüktür,
Keyfin bozuktur;
Tek gözünle bakma bana,
Bir kızım var vereyim sana.
Dudu dilli, ince belli.”
Gittim baktım: Yerinden kalkmaz,
Allah’tan korkmaz
Kırk yaşındaki kız bana methettiği…


Az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti.
Altı ay, bir güz gitti. Kahve tütün
içerek, lale sümbül biçerek gitti,
gitti, bir arpa boyu yol gitti.


Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın deli kulları çokmuş. Bizden daha delisi hiç yokmuş. Çok demesi pek Günahmış. Azdan çoktan, hoppala, hoptan. Sana bir Mintan yaptırayım, çerden çöpten. İlikleri karpuz kabuğundan, düğmeleri turptan. Zaman o zaman idi. Bit bineğim, pire yedeğim idi. Darı topuzum, çavdar kalkanım idi. Bir tüfeğim var idi. Ayran ile doldurur, şerbet ile ateşlerdim. Çıkardım dağlar başına. Bre, bre! der gezerdim. Yetmiş karga ayağa kalkardı. Ağa geliyor diye.


Bre ağalar, bre beyler! Eliften
Beye çıktım. Seğittim köye çıktım.
Çobandan kaymak yedim. Ağadan
Değnek yedim. Değneği kuşa verdim.
Kuş bana kanat verdi. Çaldım
Kanadı yere, uçup gittim göklere.
Baktım bir has bahçe. İçinde sular akar.
Oturmuş çeşme başında iki güzel bana bakar.
Büyüğüne selam verdim, küçüğüne tutuldum.


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Dırıltıydı, mırıltıydı, raftan fincan düştü kırıldıydı. Hem de ne fincan ya! Dedemin dedesinden kalma, kulpu kırık, kenarı yok, şu ahım şahım fincan…

O akşam ne cezveyi köpürdetebildim, ne kahveyi höpürdetebildim. Bakın hele, şu ettiği yetmiyormuş, kırdığı kırkı geçmiyormuş gibi, bir de karşıma geçip ohh çekmez mi, bizim düdük fare! Kızmayın benim canım efendim, bu farenin derdinden bittim, tükendim.

Benim gibi bir adam değil, kambur felek, kadife yelek bile dayanamaz buna. Bir gece değil, beş gece değil, her gece bu kuyruğunu yay ediyor, unu bulguru pay ediyor, yağı kıymayı zay ediyor. Öyle ya, hani han, hani hamam? Bir gece düşündüm taşındım, tatlı tatlı kaşındım. Baktım ki olur gibi, olacak gibi değil, ne yapıp ettim, telli pullu bir arzuhal yazdım kediye. Dileğim yerini bulursa, kilerde nöbet bekleteceğim.


Evvel zaman içinde
Zaman zaman içinde
Cinler cirit oynarken
Eski hamam içinde
Beni yola saldılar
Yolda bir tarak buldum
Tarağı yere verdim
Yer bana çimen verdi
Çimeni çobana verdim
Çoban bana kuzu verdi
Kuzuyu Tatara verdim
Tatar bana at verdi
Elime berat verdi
Bindim atın sırtına
Sürdüm gittim Hindistan’a
Hindistan’da kanlar akar
Hep güzeller bana bakar
Oradan öte Keloğlan’ın dağları
Bu dağlara konalım
Bir masal da biz kuralım…
Onlar ermiş, muradına, biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düştü. Biri bu masalı düzene, biri anlatana, biri de dinleyene.


Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Eski harman içinde,
Ben deyim bu ağaçtan,
Siz deyin şu yamaçtan,
Uçtu uçtu bir kuş uçtu,
Kuş uçmadı gümüş uçtu,
Gümüş uçmadı memiş uçtu,
Uçar mı uçmaz mı demeye kalmadı,
Anam düştü beşikten,
Babam düştü eşikten,
Biri kaptı maşayı,
Biri aldı kaşağıyı,
Dolandım durdum dört köşeyi,
Vay ne köşe bu köşe,
Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe.


Üşüdüm üşüdüm
Yolda susam taşıdım
Susamı benden aldılar
Beni yola saldılar
Yolda bir elma buldum
Elmayı tata verdim
Tat bana darı verdi
Darıyı kuşa verdim
Kuş bana kanat verdi
Kanatlandım uçmaya
Hak kapısın açmaya
Hak taşı hak taşı
Altın bilezik taşı
Senin baban beyse
Benim babam subaşı
Subaşının kızları
Eteğinde kozları
Kırdım yedim kozunu
Öptüm ela gözünü
Koştu izin yitirdi
Bir kapıda buldurdum
O kapı senin olsun
Bu kapı benim olsun


Dört bacım olsa yeryüzünde
Hiçbirinin olmasa dünya gözünde;
Dört yiğit kardeşim olsa
Dört saray kurdursam dağ üzerinde;
Vah neyleyim yürekte var, elde yok…
Böyle olsa bulsa da bir araya gelse,
Görmemişin bir oğlu,
Kör Memiş’in bir kızı doğsa,
Seyreyle sen gümbürtüyü.
İyisi mi köşkü sarayı bir yana,
Kurmayı kuruntuyu
Öbür yana bırakalım da;
Biz kendi ocağımızın başına oturup
Kendi masalımızı anlatalım…


Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde
Deve tellaklık edermiş
Eski hamam içinde
Hamamcının tası yok
Külhancının saltası yok
Babam on beş yaşındaymış
Anam kırkına varmış
Dedem yetmişindeyken
Kızlarla oynaşırmış
Ben diktim; anam söktü
Anam dikti; ben söktüm
Anam aldı maşayı
Kaçtım, buldum köşeyi
Çıktım bir minareye
Kaftan giydim boynuma
Eğildim su içmeye
Susuz akan dereye
Sinek geldi vız dedi
Urallıyım kız dedi
Ural’da bal çok olur
Testilerde süz dedi.


Düğünde hep birlikte yemişler, içmişler, sefalar sürmüşler. Bu düğüne giden birine bir tabak helva, bir tabak da kemik vermişler. Helvayı dişinin kovuğuna kıstırmış, kemiği heybesine koymuş… Heybesi kağıttan, eşeğinin ayakları mumdanmış. Giderken bir yangına rast gelmiş; eşeğinin ayakları erimiş, heybedeki ekmekleri köpekler yemiş, adam da dişinin kovuğundaki helvanın tadıyla yetinmiş…

Ben de oradan geçiyordum bu düğünü işitip gittim. Bana da biraz pilav ve zerde verin dedim. Bana da biraz pilav ile zerde verdiler. Yolda gelirken bir köpek “hav hav” diye bacağıma sarılınca elimdeki pilav ile zerdeyi atıp kaçmaya başladım; önüme bir sıçan çıktı. O yana bu yana sıçrarken öteden bir arap geldi “Aman tutalım, öldürelim” derken sıçan korkusundan burnuma kaçtı; ben de “Hapşu” dedim, arap da “Allah belanı versin” diye enseme bir tokat attı; gözlerim dışarıya çıktı sandım… İşit bunu sakın gitme düğüne, sıçan kaçar sonra senin burun deliğine…

Düğünde hep birlikte yemişler, içmişler, sefalar sürmüşler, muratlarına ermişler, bize de bundan ne anladın deyip kesmişler… Gökten üç elma yerine üç arpa düşmüş, tavuklar başına üşüşmüş, hepsini yemişler, Hak’a şükür demişler, onlar muratlarına ermiş biz de erelim demişler.


Bir gün yolda giderken bir düğün yapıldığını duydum. Hiç üşenmedim kalkıp düğüne gittim. Bana orada üç tane pasta verdiler. Onları size getirmek için yola devam ettim. Dere kenarından geçerken kurbağalar “vırak vırak” dediler. Ben de “bırak bırak” anladım. Bıraktım da geldim. Gökten üç elma düşmüş. Biri yazana biri söyleyene biri de dinleyene.
 
» Tekerleme Nedir?
» Masal Nedir?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir